GazeteBilkent, 2011-2012 bahar dönemine hızlı başladı. Politika birimi yazarlarımızdan Polat Üründül Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı Cem Toker ile Liberalizm, Yeni Anayasa, Sözde Ermeni Soykırımı ve seçimler hakkında bir röportaj gerçekleştirdi. LDP Genel Başkanının, Bilkentlilere de bir mesajı var…
Üründül: Liberalizm nedir,ne değildir?
Toker: Liberalizm, bireyin özgürlüğünün değerini temel alarak onu vurgulayan, devletin görevini de vatandaşın hak ve özgürlüklerini korumakla sınırlayan, herkesin seçtiği yaşam biçimini bir başkasınınkine zarar vermeden sürdürmesini garanti altına alan bir yönetim zihniyetidir.
Türk toplumunda algılandığının aksine liberalizm, anarşi, başı bozukluk, bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler, hukuksuzluk veya vahşi kaptalizm değildir. Tam tersine, insanların hak ve özgürlüklerini ihlal edenlere çok sert bir hukuki yaptırımı savunan, tekelleşmeye asla izin vermeyen, ülke yönetimini keyfiyetten çıkartıp kural ve kaidelere bağlayan bir zihniyettir.
Sorularınıza vereceğim yanıtların liberalizmin ve partimizin 5 temel ilkesi çerçevesinde değerlendirilmesini okurlarınızdan rica ediyorum.
Bunlar:
- Temel birey hak ve özgürlüklerinin herkes ve her düşünce için tavizsiz savunulması;
- Yetkileri sadece vatandaşın hak ve özgürlüklerini savunmakla sınırlandırılmış ancak güçlü bir devlet;
- Serbest Piyasa Ekonomisi
- Tarafsız ve bağımsız, sadece evrensel, çağdaş hukuk değerlerini savunan bir yargı sistemi
- Liberalizmi diğer ideolojilerden ayıran temel özellik: Bireycilik
Üründül: Türkiye’deki Liberalizm anlayışıyla Dünya’daki Liberalizm anlayışında farklılık var mı?
Toker: Liberalizmin evrensel tanımı çerçevesinde farklılık olmaması gerekmektedir. Ancak siyasi uygulamaların getirdiği farklılıklar bir kavram kargaşası yaratmaktadır. Bu kargaşaya liberalizm ve demokrasi kavramlarının da birbirlerine karıştırılması katkıda bulunmaktadır.
Dünyanın hemen her yerinde insanlar genellikle “işlerine geldiği zaman liberal” olmaktadırlar. Dünyanın en liberal, en serbest piyasaya değer veren ülkesi ABD’de bile iş dünyası işleri iyi giderken “aman devlet piyasaya karışmasın” derken, kriz dönemlerinde “devlet bizi kurtarsın” zihniyetine bürünmektedir.
Türkiye’de de Özal döneminde bilhassa ekonomide bir kısım “liberal” sayılacak reformlar yapılmış olsa da, liberalizmin diğer ilkeleri aynı anda ihlal edildiğinden, ortaya çıkan olumsuz sonuçlar toplumda “liberalizm bu ise biz almayalım” algılamasına neden olmuştur. Bunun da en güzel örneği, AKP döneminde de sürdürülen, tekelleşmenin özelleştirilmesidir. Her iki dönemde de “özelleştirme” olumlu bir liberal uygulama iken, sektörlerin rekabete açılmadan tekel olarak özelleştirilmeleri vatandaşa beklenilen yararı getirmemiştir. Eskiden devlet tekeli, özelleştirmeden sonra özel sektör tekeli tarafından soyulan halk, haklı olarak, bu hukuksuz yağmalama kapitalizmini “liberalizm” olarak algılamıştır.
Üründül: Sizce LDP Neden oy alamıyor? Türkiye’deki Liberallerin oyları kime gidiyor?
Toker: Yukarıda saydığım 5 temel ilkeyi tutarlı bir şekilde günlük yaşamında uygulamaya koyulup, tümünü hazmedip, kabullenebilecek insan sayısı çok azdır.
Hele bizim gibi Akdenizli, duygusallığın ağır bastığı, beynimizden çok kalbimizin sesini dinleyerek kararlar aldığımız toplumlarda vatandaşın “duymak istediğini” değil “duyması gerekeni” söyleyen bir partiye oy çıkması oldukça zordur.
Öte yandan toplumumuzda yerleşmiş ve günümüzde bu nesilde bile geçerliliğini koruyan geleneksel “hayatımla ilgili her kararı devlet babam alsın” zihniyeti de LDP için ayrı bir olumsuz etkendir.
Siyasette din sömürüsü, vatanımıza milletimize olan sevgimizin sömürüsü, Mustafa Kemal’e duylan saygı ve minnetin sömürüsü yapan siyasi partiler olduğu müddetçe LDP’nin gerçekçi siyasetinin kitlelerce benimsenmesi de uzun zaman alacaktır.
Liberalizm doğası gereği tek tip insan kitlesine hitap etmez. Herkese biraz hitap ettiğinden seçmenin alt siyasi kimliği durumundadır. LDP’ye sesini topluma duyurma imkanı verilse inanıyorum ki her siyasi görüşün “2. en iyi seçeneği” olacaktır.
Türkiye’de liberallerin oyları sadece LDP’ye gitmektedir. Kendisini liberal zannedenlerin oylarının ise kime gittiğini bilemem. Unutmayalım ki: liberalizmi anlamak kolaydır, kendisine liberal demek de kolaydır ama tutarlı bir liberal olmak çok zordur.
Üründül: Köşe yazarları genelde her konuda ‘bir bilen’ olarak sizden örnek veriyor,demeçlerinizi yazıyorlar.Siyaseti yakından takip eden herkes size bir sempati besliyor.Buna bağlı olarak Diğer Partilerden hiç davet aldınız mı?
Toker: Davet almadım. Sağolsunlar övgülerini aldım.
Siyasette duyduğum en hoşuma giden övgüyü ise “valla iyi ki Meclis’de değilsin” diyen bir AKP milletvekilinden aldım. Ben doğru bildiklerimi ve inandıklarımı bir bütün olarak daima ve sadece genel başkanlığını onurla yaptığım partimde söylemeye kararlıyım. Aldığımız oy bizleri siyasetin karar mekanizmalarına taşımasa dahi tarihe not düşmeye devam edeceğiz.
Üründül: Ermeni Meselesiyle ilgili bir çözüm öneriniz var.Biraz bahsedebilir misiniz?
Toker: Biz ağlamayı bilmeyen bir toplumuz. On yıllardır uyguladığımız yanlış politikalar sonucu haklı iken haksız duruma düşmüşüz. Ermeniler dünya kamuoyunu, belki de dönüşü olmayacak derecede etkilemişler ve ikna etmişler.
Bölgede kanıtlanana kadar “soykırım” demesek bile, her iki taraf da büyük acılar, trajediler yaşamışlar. Dolayısı ile, bu dünya kamuoyunu etkileme kampanyasının başladığı tarihlerde tamamen inkar yerine “Bir dünya savaşı döneminde, bir bölgesel savaş varken yaşanan bir iç savaş esnasında evet bölgede çok elim olaylar oldu, her iki taraf da çok acı çekti” şeklinde yaklaşsak hem Ermeniler bu derece radikalleşmezler, hem de bizler bu konuda köşeye sıkışmazdık.
2015 olayların 100.yıldönümüne çok az bir zaman kaldı. 2015’i ABD ve AB ülkeleri olayları resmen “soykırım” olarak tanırlar ise başımıza çok çorap örülür. Benim önerim tek taraflı da olsa, Ermenistan kabul etmese dahi Türkiye olarak 2015’i “Ortak Trajediyi Ortak Anma” yılı olarak deklere edip, konuyu Ermenilerin tekelinden almak ve “soykırım” münakaşasını başka bir yöne çekmektir.
Üründül: Fransa’da yaşananları nasıl yorumluyorsunuz?
Toker: Sarkozy’nin seçimlere ve iç politikaya yönelik bir saçmalığı olarak nitelendiriyorum.
Aynen Erdoğan’nın seçimler öncesi milli davamız olmayan Gazze halkını savunmak için “one minüt” ve Mavi Marmara” olayları ile İsrail’i karşısına alması gibi. Sarkozy’nin saçmalığının bağımsız ve tarafsız demokratik kurumların işlediği Fransa’da, milli iradenin kararı filan denmeyip yargıdan dönmesi de kendisini demokrasi sanan ülkelere güzel bir mesaj oldu.
Üründül: Şimdi iktidar olsanız, 10 sene sonrası için Nasıl bir Türkiye hayal edersiniz?
Toker: Simitçiden otomobil fabrikatörüne kadar herkesin, hukuksuzluk, bürokrasi, baskı, mevzuat, ertesi sabah kendisini hangi kötü sürprizin beklediğini bilmemek gibi işkenceler çekmediği bir yatırım ortamında yatırımlar yaptığı, iş yerleri açtığı, istihdam alanları yaratarak emeğe olan talebi arttırdığı dolayısı ile ücretleri, yaşam kalitesini yukarı çektiği refah bir Türkiye,
Her düşünceden, inançtan, etnik gruptan insanın “ben bu ülkede özgürce ve barışcıl bir ortamda örgütlenip, fikrimi dile getirebiliyorum, bilerek tanıyarak, kendi seçtiğim milletvekilim ile sesimi duyurabiliyorum, yaşam tarzıma, yediğime, içtiğime, giydiğime, yaşam tarzıma karışan yok” diyen insanların yaşadığı, Kahire, Şam sokaklarında değil, Brüksel, New York, Londra, Paris sokaklarında imrenilen özgür bir Türkiye hayal ederdim.
Üründül: 1994 Yılında hazırlanan bir Anayasa taslağınız var.Bunu Meclis Başkanı Cemil Çiçek’e de sundunuz.bu taslaktan kısaca bahseder misiniz?
Toker: Öncelikle bu yeni anayasa girişiminde AKP’nin toplumun beynini yıkamak için ağzına sakız ettiği “demokratik, özgürlükçü bir anayasa” sözlerinden hiç birini samimi bulmuyorum. Özgürlükçü ve demokratik anayasaları, özgürlükleri ve demokratik değerleri benimsemiş ve bu değerlere saygı duyan insanlar isterler ve yaparlar.
AKP’nin öyle özgürlükler, haklar ile filan işi olmaz. Bunu da nereden anlıyorum? Açalım okuyalım, mevcut Anayasa’da hiç mi özgürlükçü madde yok? Bir sürü var. Peki AKP onları uyguluyor mu? Kesinlikle hayır.
Bu yeni anayasa girişiminin doğup, büyüdüğümüz Türkiye Cumhuriyeti’nin, sınırları ve idari yapısı, belki de ismi dahil, her yönden değişterecek, federal sisteme geçişin bir hazırlıkları olduğuna inanıyorum. Düşünebiliyor musunuz, “millet kendi anayasasını yapıyor” diyenler, milletten gelen önerileri milletten saklamaya karar verip, duyurum yasağı getirdiler.
Biz de bir siyasi parti olarak maalesef bu tiyatronun içinde yer alıp, anayasa önerimizi, sadece tarihe not düşmüş olmak amacı ile Meclis komisyonuna sunduk. Önerimizin özünde, devletin vatandaşa “sana şu şu şu hakları verdim” değil, vatandaşın devlete “sana şu şu şu şu yetkileri veriyorum. Sen kimsin ki bana doğuştan yaradanın verdiği hakları Anayasa ile lütuf gibi veriyorsun?” yaklaşımı hakimdir.
Üründül: Peki size gelelim, Cem Toker siyaset dışında neler yapar, nasıl bir hayatı vardır?
Toker: Vaktimin çoğunu yukarıda sıraladığım konulara kafa yormakla geçiririm. Günlük siyasi olaylara kendi şablonumla yorumlar getirip politikalar üretmeye çalışırım.
Akşamları TV’de Karagöz Hacivat tartışma programlarını izlerim. Haftada bir kız arkadaşımla sinemaya giderim. Hafta sonları oturup futbol maçlarını izlerim veya maça gider, açık tribünde tezahürat yaparım. (Bu arada maçlarda küfüre getirilen yasağa karşıyım. Senede 10 milyon dolar alan adam penaltıyı kaçırınca bıraksınlar da istedşğimiz gibi içimizi dökelim). Haftada bir akşam kendi gurubumla mutlaka 2 saat basket oynarım. Blues konserlerini kaçırmam.
İstanbullular bilir. Mısır Çarşısı, Kapalı Çarşı, Mercan Yokuşu gibi piyasasının nabzının attığı yerleri gezmeyi severim.
Bekarlık gereği kendi yemeğimi, ütümü kendim yaparım. Ayda bir annemin mezarını ziyaret ederim.
Üründül: Son olarak Bilkent Öğrencilerine mesajınız.
Toker: Gidişat iyi değil. Ekonomi iyi deseler de gün gelecek parayla özgürlüklerimizi de satın alamayacağız. İnanmayanlar, Suudi Arabistan’a, İran’a baksın. Para bol ama özgürlük yok.
Bu gerçekleri farkında olsunlar.
Mevcut anayasa ve yasalardaki haklarını, hukuklarını, özgürlüklerini iyi öğrensinler ve bunlara sahip çıksınlar.
Ülkede siyasetin kalitesizliği, kaliteli insanı siyasetten uzaklaştırıyor, soğutuyor. Bu gidişata bir dur desinler.
Siyasette sağ sol ayrımı artık geçerli değil. Şimdi “ileri veya geri” var. İleriden yana olsunlar.
Mezun olduktan sonra da bir iş bulup çalışmaya başladıklarında, muhasebeye gidip “devlet babaları” maaşlarının ne kadarına el koymuş mutlaka öğrensinler.
Cumhuriyete, ulus devlete kin duyan ve ortadan kaldırmak isteyenlere “alternatifin ne?” diye sorsunlar. Kabile devleti mi? Cemaat devleti mi? Cumhuriyete ve degerlerine sahip çıksınlar. Ama hiç bir inanç, fikir ve yaşam tarzı benimsemiş insanı dışlamadan.
Başarı dileklerimle,
Cem Toker